Son dönem Türk edebiyatı ürünleri arasında önemli bir yer alması beklenebilecek ve “tarihi roman” kategorisine girebilecek kadar çok tarih bilgisi içeren Son Yeniçeri adlı roman, tarihçi Reha Çamuroğlu’nun üç romandan oluşturmak istediği bir serinin ilk parçasını oluşturuyor. Roman, istisnalar dışında Osmanlı devleti’nin başkenti İstanbul odaklı bir mekan çerçevesinde 18. yüzyılın son yarısı ile 19. yüzyılın ilk yarısını kapsayan dönemin hareketli gelişmelerini konu alır. Osmanlı sarayı, yeniçeriler, ulema sınıfı, halk ve ayanlar gibi çok kutuplu bir iktidar ve çıkar çatışmasının hararetli ve kanlı hikayesini anlatan roman, konuya ilk olarak Petru adında, Müslüman olunca ismi Abdullah yapılan bir devşirmenin gözünden daha sonra ise bir yeniçerinin bakış açısından sunulmuştur. Dönemin uluslararası, insanlararası ve psikolojik gerilimlerini, dönemi yansıtan ama aynı zamanda anlaşılabilir bir dille anlatılmıştır. İçinde birçok tema bulunan Son Yeniçeri romanı, özellikle insanların farklı bağlamlarda içinde bulundukları düzenle ilişkilerini konu edinmiştir denebilir.
Reha Çamuroğlu bu romanında; “insanlar içinde yetiştikleri kurulu düzenleri sorgulamalı, gerektiğinde de tepkilerini ortaya koymalıdır” mesajını vermektedir. Bu yazıda, bu teze karşı üretilebilecek bir antitezin geçerliliği ve bu bağlamda tezin geçerliliği romandan örneklerle tartışılmaya çalışılacak, ardından da tezin temel sebeplerinden biri ortaya koyulmaya çalışılacaktır. Üçüncü paragraf antitezi, dördüncü paragraf bu antiteze verilen cevabı, beşinci paragraf tezin bir nedenini ve açıklamasını ve altıncı paragraf geniş bağlamı oluşturacaktır.
Son Yeniçeri romanının kurulu düzeni sorgulamak gerektiği gibi bir mesaja sahip olduğu tezine karşı olarak, romanın anlattığı tarihsel ve bölgesel gerçeklerle tezin uyum problemi gösterilebilir. Roman, sonuç itibariyle Osmanlı devletinin merkezi olan İstanbul’da 18. yüzyıl sonu ile 19. yüzyıl başı arasında geçmektedir. Bahsedilen dönemde, padişahın mutlak otoritesini ve padişaha (dolayısıyla otoriteye) “kul” olma durumunu benimsemiş, bu anlayışla eğitim gören bir toplum mevcuttur . Bu realite göz önünde bulundurulduğunda, bu romanda kurulu düzeni sorgulamak gerketiği mesajının verilmesi için realist olmayan yollara başvurulup dönemle çelişen karakterler kullanmak durumunda kalınacağı zannedilebilir. Zira okullarda, saltanata kutsal bir kurum gözüyle bakmayı öğrenen insanların bu otoriteyi hangi çıkış noktasındanve ne şekilde sorgulayacakları ciddi bir problem olarak öne çıkmaktadır. Yazarından ve ele aldığı konudan hareketle bir tarihi roman olma özelliği gösteren bu romanın, bu problemleri görmezden gelip mesajını vermek kaygısıyla dönemle ilgisi olmayan karakterlerden yararlandığını söyleyebilir miyiz? Bununla beraber, romanda bahsedilen baş kaldırışın yenilgi ile sonuçlanması da bahsedilen tezle çelişiyor gibi gözükebilir. Zira, sorgulamanın ve gerektiğinde baş kaldırmanın önerildiği bir metinde eğer bu pratiği hayata geçirenler istediklerine ulaşamıyor ve hatta kıyımdan geçiyorsa, bu metin mesajını nasıl kabul ettirecektir? Bu sorulara verilecek cevap, -eğer varsa- romanın mesajı hakkında da bir yorum yapma şansı doğurur.
Romanda anlatılan yer ve zamanla ilgili gerçekler romanın bahsedilen mesaja sahip olmasına engel teşkil etmemektedir, çünkü hiçbir insan topluluğu verilen eğitime veya geleneklere göre ideal bir homojen yapı göstermez. Başka bir deyişle bir toplumun gelenekleri ve eğitim sistemi ne kadar köklü ve sıkı olursa olsun, o toplumda yetişen bireylerin hepsinin aynı fikri yapıya ve değer yargılarına sahip olması beklenemez. Bu durum, insan doğasının esnek ve hükmedilemez yapısından kaynaklanır. Buraya kadar bahsedilen durum, romanda da geçen iki tarihi örnek üzerinden somutlanabilir. Bunlardan birincisi kilisenin son derece baskın bir şekilde hükmettiği ortaçağ Avrupasında yaşanan Fransız ihtilali , diğeri ise yine yakın zamanda yaşanmış olan ve Osmanlı ülkesinde cereyan etmiş bulunan Patrona Halil isyanıdır. Bu iki olayın da yaşandığı bölgesel ve dönemsel bağlam göz önüne alındığında aslında ne kadar gerçekleştirilebilir olaylar oldukları konusunda şüpheye düşülebilir. Ne var ki bu olaylar, yine son derece sıkı bir şekilde itaat etme eğitim almış insanlar tarafından gerçekleştirilmiş olaylardır. Dolayısıyla, Son Yeniçeri romanındaki düzeni sorgulayan karakterler de aslında gerçek dışı değil, olsa olsa “topluma göre radikal” olarak nitelendirilebilir. Ayrıca romanda düzene başkaldıran yeniçerilerin olayların sonunda hezimete uğramış olması da romanın mesajına engel değildir, çünkü romanda geçen diyaloglardan anlaşılabileceği gibi yazar, sorgulamanın sonucundan çok kendisine önem vermiş ve içinde yetişilen düzeni sorgulama cesareti gösterebilmeyi öne çıkartmıştır.
Bu romanın gelenksel düzeni sorgulayıp gerekirse karşı durmak gerektiğini öne sürdüğünü savunmak için en açık ve net gerekçe, romanın konusunu ele alışıdır. Yeniçerilerin lağvedilmesi ve Bektaşi ocağının kaldırılışıyla son bulan bir tarihi vakıayı anlatan roman, bütün sürece bir yeniçeri ağasının devşirme damadı (Sarı Abdullah) ile bir yeniçerinin (Sabit) gözünden bakarak alternatif bir bakış açısı getirmiş ve olaydan bu güne resmi kayıtlara “hayırlı vak’a” olarak geçmiş ve bu şekilde öğretilmiş olan bu olayı “hayırsız vak’a” olarak nitelerken bu anlamda geleneğe karşı en büyük duruşu kendisi sergilemiştir. Kendisi de Alevi olan Reha Çamuroğlu, Aleviliğin bir kolu olan Bektaşiliğin de tamamen yok edilmeye çalışıldığı, tekkelerinin yıkıldığı bu olaylar bütününü bir anlamda kendi durduğu noktadan yorumlamış ve son derece enteresan bir bakış açısı getirmiştir. Bu bakış açısı, konu hakkında ortaya koyulan resmi görüşün ve gelenekselleşmiş yaklaşımın tamamen aksi istikamettedir. Bu durum dahi başlı başına kurulu düzenin sorgulanışı ve yerleşmiş bir anlayışa karşı ortaya koyulan bir tepkinin ifadesidir. Böylece Reha Çamuroğlu, romanında Sabit’in küçüklüğünde hocasını sorularıyla sıkıştırmasını , Habib’in her durumda kendi çıkarı için düzene baş kaldırmasını, Abdi Baba’nın aykırı görüşlerini kendisi ile her muhabbet edene aktarma isteğini, ve olarak yeniçerilerin bir kısmı ile ortaya koyduğu sorgulayıcı/baş kaldırıcı tavrı desteklemiş ve kendi bakış açısını bir anlamda bu karakterlerle yansıtmıştır denebilir.
Sonuç olarak, Reha Çamuroğlu, Osmanlı devletinin bir dönemini (1769-1826 seneleri arasını ve Yeniçeri ocağının kanlı kaldırılışını) bir roman kurgusuyla anlattığı Son Yeniçeri adlı eserinde, gerek kullandığı karakterler ve gerkese anlattığı olaya yaklaşımı ile zaman zaman açık bir şekilde zaman zaman ise kapalı olarak kurulu düzenlerin sorgulanmadan kabul edilmemesi gerektiği mesajını vermektedir. Bu mesajın, insan doğasının varolan bir tarafı ortaya çıkarmakla ilgili olduğu açıktır. Zira insan, halihazırda kendisinde bulunan akıl sayesinde düşünüp, karşınına çıkan şeyler hakkında yorumlar yapar, onları bilinçli ya da bilinçsizce sorgular. İşte verilen eğitimin insanın bu sorgulayıcı tarafını geliştirmediği, aksine körelttiği zaman ve mekanlarda bu tip uyarı mahiyetindeki mesajlarla sorgulama yetilerini yeniden keşfedebilen insan etrafına sorular sorarak hayatı daha iyi kavrayabilir. Bu anlamda verdiği bu mesajla Son Yeniçeri romanı modern bir roman olarak görevini yerine getirmiş olmaktadır.